Birinin yalan söylemesine kızmam da yalan söylerken yakalanacak kadar salak bir insanın beni kandırmaya çalışmasına kızarım.
Sigmund Freud
bu bir aradır…
Maskeler: Neden yalan konuşuruz?

Kendimizi karşımızdakine beğendirmek için yalan konuşuruz. Zannederiz ki biz, asıl ‘beni’ süsleyerek, püsleyerek gösterirsek muhatabımıza, o vakit daha çok beğeniliriz. Böylelikle de yüzleşmeye korktuğumuz karakter yapımızı da bastırmış oluruz.
Bu soruna zemin hazırlamış olan bazı sebepler daha var elbette. Toplumumuzun büyük bir bölümü, bizdeki doğallığı bastırarak, kendisinin bir “ahlak kopyasını” inşa etme illüzyonuna kapılmış gidiyor. Örf, adet, kültür, terbiye, ahlak veya töre kılıflarını kullanarak, bu kuruntusuna da hayat vermiş durumda. Dolayısıyla da içine doğduğumuz toplum, bizi istediği gibi yönlendirme yetisine sahip:
Yalan konuşulmayan bir aileye doğarsan, gerçeklerle yüzyüze gelmiş olursun; yalan üzerine inşa edilmiş bir aileye doğarsan, hayatın yalan olur. Yalan konuşmayı ‘doğal’ bir prensip haline getirmiş ailelerde hayatı sorgulamak tamamen tabudur, yalanı hayat tarzı haline getirmiş ebeveynleri ise sorgulamak elzemdir.
Anlaşılan o ki, toplum kişisel gelişmediğinden dolayı da aynı zamanda acılar içinde kıvranıyor; ”neme lazım, içimde bir hatamla karşılaşırım da kendi yüzüme bakamaz olurum, sonra kimseler beni beğenmez” anlayışı ise, kişiyi kendinden daha da uzaklaştırarak, asıl hayati yalanı burada işlemiş olmasını sağlıyor. Dahası kişi, kişisel gelişmeyi bırak, hatalı boyutlarının olduğunun bile farkında değil. Zaten sorunun kaynağı da burada bana göre.
Kişisel gelişim demek, hatalarımla yüzleşerek, sağlıklı ahlak yapısına sahip olup, çevreme adalet, huzur, barış ve güven dağıtabilmem demektir. İçindeki adaleti, hayatın tüm getirdiği zorluklara rağmen yeşerten bir zat, yalanla işi olmayan bir şahsiyettir. Şimdi sen söyle sevgili misafir, sağlık dışı ahlaka sahip olunca, çocuğuma ya da çevreme nasıl sağlıklı bir hayat anlayışı verebilirim ki ben?! Yaşadığın topluma bir bak, o vakit anlarsın toplumun bizlere empoze ettiklerini. Çevrende kaç kişinin – gerçekten – kendine güveni var? Yoksa biz habire ruhsal sindirildik mi?! Ve niye? Bizler neden olduğumuz gibi kabul görülmüyoruz da, habire değiştirilmeye (yalana) uğruyoruz?
Oysa ki, çocuğumun sağlıklı bir kişiliği oluşması için, ‘ben’ olgusunun en baştan zede almaması için gayretim elzemdir, bu o çocuğun tamamen doğuş hakkıdır. Bunun için de kendimi ve çevremi sorgulamak zorundayım. Bence kendini sorgulamayan herkes, kendisini müthiş bir boyutta uyutmuş – yani, kendi kendini kandırmış – vaziyettedir. İşte biz kendimizi bu şekil gaflete vererek, mışıl mışıl uyuttuk. Eee, biz böyle derin uyuyunca, bu aileye doğan bir çocuğun karakteri nasıl olur peki?! Yorum senin…
Sağlıklı nesillerin yetişmesinden tamamen sorumluyuz, hemde dünyaca. Şu anki her yerde yaşanılan acılar, insanların kendileriyle yüzleşmeye korktuğunun umman getirisi ve acısıdır.
Oysa ki bizlere kalp gözü denilen (sezgiler/yüksek benlik/önsezi/his/duygu) bahşedilmişken, biz bize iyi geleni halen dışarılarda bir yerlerde arıyoruz, içimize sezgimize yönelmektense. Egomuzun sesini (yalanı benimseyen ve onaylayan sestir) o kadar açtık ki, sezgimizin sesini bu sayede bastırmak zorunda kaldık, iki sesi birden nasıl duyacaksak?! Bizleri mantığımız mı yönetmeli, yoksa sezgilerimiz mi? İkisi elele dolaşırsa daha iyi olmaz mı?
Halbuki sezgimiz bize uzaktan uzaktan habire uyarılar gönderiyor, ”sezgini dinle!, sezgin seni hissettiğin o dev acılardan (yalanlardan) alıp, öte boyuta, adaletin ve güvenin olduğu aleme götürebilme kabiliyeti var!” Biz yine de acılarımıza ağlayıp, sızlayıp, hem kendimizi hemde onu bunu bu şekilde habire manipüle etmekle meşguluz halen. Oysa ki, hür irademizin farkında olupta, sorumluluğumuzu üzerimize alıp, kudretli bir yapıya sahip olabilecekken, biz bizleri uyutmayı harika bir şekilde başarmış, egomuzun oyuncağı haline gelmişiz. Ben çevremde bu halleri gördükçe, kendi kendime çok şaşırıyorum: ”İnsanın hür ve mutlu olabilme seçimi ve olgusu içinde var iken, nasıl olur da o şahsiyet ona buna dövünüp ağlamayı seçer?!” diye.
Hiç şaşırma sevgili arkadaşım, durum bu, zira ben de böyle bir aile de ‘yetiştim.’
Bu bir aradır…

Bu bir aradır…
İçimdeki yalansız dolansız, tertemiz asıl ‘Beni’ habire ne diye allayıp pullamaya ihtiyaç duyuyorum ki ben, yoksa ben kendi kendimi yetersiz mi görüyorum?! Kim diyor bana yetersiz olduğumu, ve hangi kriterlere ya da ölçütlere göre ben yetersizim?! Yoksa her türlü doğayı bahşeden yüce Kudret’in yaratmış olduğu o muhteşem Adem ve Havva’ları beğenmeyenler mi var?! Beğenmeyipte onları süsleyip püsleyenler mi var?!
Hayat ben sana çok teşekkür ediyorum, bana olağanüstü cömert davrandın: Beni psikoloji denilen ‘sihirle’ tanıştırdın da, hangi iç yapı etikmiş, hangisi sağlıklıymış bunu öğrendim de şöyle bir ohhh çekerek rahatladım ve kalbim sükunete erdi.
Bu bir aradır…
Her türlü manipülasyon dolaylı yoldan konuşulan bir yalandır.
Ayla Kurt
Bu bir aradır…
Gerçekleri kaldıramayanlar, yalanı hayat tarzı haline getirirler.
Ayla Kurt
Bu bir aradır…
Her yalan bir maskedir.
Ayla Kurt
Bu bir aradır…
Yalanla ‘iletişim’ kurmak ve yalanı ‘yutturmak’ bir başarı değildir. Sadece yenilginin ertelenmesidir.
Neale Donald Walsch
Bu bir aradır…
Yalan söylemek beceri ister. Biz de becerikli insanlara aşık oluruz.
Necip Fazıl Kısakürek
Bu bir aradır…
01.2017/05.2017