Sempozyum başlayış tarihleri
Bu bir aradır…
Bilgim, eğitimim, duruşum ve davranışım yaşam kalitemi yükselttiği gibi kendime ve çevreme de içsel barışı lanse eder.
Ayla Kurt
Bu bir aradır…
Kişisel gelişim sempozyumları
Bu bir aradır…

Şükran olgumu daha daha da geliştiriyorum
Teşekkür esasen, hissedilmiş olan derin ve güzel bir duyguya karşılık olan gizli bir içsel takdirdir. Dr. Doris Wolf’a göre teşekkür ”içsel derin bir memnuniyetin, hoşnutluğun, yaşama sevincinin, mutlu bir yaşamın, yaşam desteğinin, neşenin, sefanın ve sevincin anahtarıdır.”
O kadar çok yazarların bu konuda kitaplarını okudum ki, her birisi de teşekkürün önemini ve ehemmiyetini dolu dolu vurguluyor. Teşekkür her türlü isyanı, yani psikolojik soruna bir son veriyor.
Kendimden bir örnek vereceğim: Bir gün üzülerek fark ettim ki, ben teşekkür ediyorum Allah’a, fakat bu oldukça yapay ve ağız alışkanlığı gibiymiş meğersem. Çok çok sonra asıl teşekkür etmek ne demekmiş, kişisel gelişmim esnasında pek kıymetli hocalarımdan ve eğitmenlerimden öğrendim. Teşekkür ediyorum sana hayat, bana teşekkür etmeyi öğrettiğin için!

Teşekkür ettiğim vakitler
teşekkürün içimi huzurla dolup taşırdığını anladım;
bana sunulan sayısızca ve envaiçeşit hayat hediyelerinin hayatımdaki önemlerini, ve bundan dolayıda ne kadar ruhsal zengin olduğumu anlamış oldum;
teşekkür edebilmenin aslında bir alçakgönüllülük olduğunu anladım;
elimdeki imkanlarımın, finansal ya da ruhsal artarak çoğaldığını keşfettim;
yaşam ve ruh kalitemin arttığını fark ettim;
insanlara teşekkür edince, onların da bana teşekkür ettiklerini anlamış oldum;
en zor zamanlarımı ve dönemlerimi ne kadar kolay atlattığımı kavradım.
Peki, nelere teşekkür edebiliriz biz? Başımıza gelen her olayın sonucunda hayatın bize bahşetmiş olduğu acılara, tecrübeye ve güzelliklere teşekkürler edebiliriz.
Bu bir aradır…

Sevgili hayat, dev acılarımın sonucunda bana lütfetmiş olduğun insani davranışları araştırma ve içselleştirme kudreti için sana sayısızca teşekkürler ediyorum.
Bu sayede bana nasip etmiş olduğun adalet duygusu için de ayrıca sana teşekkürler ediyorum. Adalet duygusu benim diğer güzel ahlaklarla tanışmamı da tetikledi, binlerce teşekkürler ediyorum.
Sevgili Tanrı misafiri, kıymetli vaktini ayırarak, bu mısraları okuduğun için sana da ayrıca teşekkürler ediyorum.
Bu bir aradır…
Bu bir aradır…
Bu bir aradır…

Şükran olgusunu geliştirmek ve içselleştirmek seninde hedefinse, hoş geldin aramıza!
Şükran olgumu daha da geliştiriyorum sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Bu bir aradır…
Bu bir aradır…
Bu bir aradır…
Bu bir aradır…
Gülmek kursu

Gülmek
ödüllendirir;
ortamda güven oluşturur;
yaratma gücünü tetikler;
kavgaları durdurur,
barışı oluşturur;
karşımdakini etkileyerek, onun da gülmesini sağlar;
içteki negatif sorunlar zincirini kırarak, etkisiz hale getirir;
zihni ve vücudu zinde, dinamik ve sağlıklı tutar;
insanları birbirine tatlı bir bağ ile bağlar;
hemfikirli insanları birleştirerek, neşeli bir yolculuk eşliğinde hedeflerini kolaylıkla sonuçlandırır;
vücudun mutluluk hormonları salgılamasını sağlar;
iletişimi kolaylaştırır;
kapalı kapıları açar;
insanın hayata bakışını ve duruşunu pozitif kılar;
cesaretlilik ve rahatlıktır;
insanı sosyal alanda başarılı kılar;
insanı özelleştirir;
stresi yok eder.
Sevgili ziyaretçi, gülme kursunda içimizdeki ‘hayata geneli üzgün bakışımızı’ kırarak gündelik hayatımızı daha da mutlu kılmayı içselleştiriyoruz.
Bu bir aradır…

Önsezilerin aksine işleyen ego
Önsezilerin sesi başkadır, egonun sesi ise bambaşkadır. Sezgiler yumuşacık, kalbi okşayıcı ve pozitif olarak hisseder ve algılarız; egomuz ise bize emirler yağdırır ve bizi aşağılayarak konuşur içimizde. Ego, sezgilerimizin bize hediye ettiği buluşları, tasavvurları, ani fikirleri, ve düşünceleri hemen kötüleyerek, o muhteşem güzellikleri hayatımız da kullanmamıza ya da onları hayata geçirmemizi engeller. Ego aynı zamanda da kendisini de büyük ve ulaşılamaz görür, yani dev aynasında görür. Egonun en büyük derdi, kişiyi alışkın olduğu hayat tarzından dışarı çıkarmayarak, sözde onun yaşamını korumaya. Oysa ki, hergünü aynı geçen bir insanın hayatı tamamen tehlike altındadır. Doğası o ki, insan ruhen dinç ve zinde kalmak için daima yeni bilgiler öğrenmelidir. Zihin işte bu sayede dinamik kalır ve kendi kendisini sürekli yeniler.
Birkaç yıl önce sezgiler kavramıyla karşılaşınca bir de fark ettim ki, egomla sezgilerim tam bir arap saçına dömüşler. Sevgili Tanrı misafiri, sezgilerimi egomdan ayırabilmek epey bir vaktimi almış olsa bile, buna gerçekten değdi. Çocukluğumdan beri ‘ego odaklı bir ahlak banyosuna’ tabii tutulmuş olduğumdan dolayı da ne yazık ki, ego ağır basmış içimde. Bunun acısını, içimdeki o alelade olan önsezilerimle karşılaştığım vakit daha da net belirleyebildim.
Birkaç yıl önce sezgiler kavramıyla karşılaşınca bir de fark ettim ki, egomla sezgilerim tam bir arap saçına dömüşler. Sevgili Tanrı misafiri, sezgilerimi egomdan ayırabilmek epey bir vaktimi almış olsa bile, buna gerçekten değdi. Çocukluğumdan beri ‘ego odaklı bir ahlak banyosuna’ tabii tutulmuş olduğumdan dolayı da ne yazık ki, ego ağır basmış içimde. Bunun acısını, içimdeki o alelade olan önsezilerimle karşılaştığım vakit daha da net belirleyebildim.

Yaşadığım ülkede sezgileri araştırdığım vakit, sezgileri inceleyen ve anlatan kitaplarla karşılaşmak ne mümkün. O zaman anladım ki, yaşadığım ülke de sezgilerin gücü değil de mantığın gücü moda. Derken zamanla tektük sezgiyi anlatmaya çalışan kitaplar elime geçti, işte o vakit, neden ortalıkta pekte önseziyi anlatan kitap yok bunu da beraberinde anlamış oldum. Demek ki, insanı hürriyetine kavuşturan kitaplar arka raflarda bir yerlerdeydi, onları ‘köle’ haline getirecek kitaplarda ön raflardaydılar. Bunu anladığımda epeyce şaşırmıştım, zira bu sistemi birkaç ülkede daha görünce anladım ki, birileri insanların aydınlaşarak hürriyetlerine kavuşmalarına çok engeller. Lakin, arayan bulur.
Değerli okuyucum, sezgiyi ön plana çıkarma seminerinde hem egomuzun sesini, hemde önsezilerimizin sesini birbirinden ayırmayı öğreneceğiz:
Ego bizi duraklatarak, felç ederken, sezgilerimiz içimizi en zor anımız da bile yeşertme gücüne sahiptir.
Ego bana herşeyi negatif gösterirken, sezgiler bana pozitiviteyi öğretir.
Ego benlik ve nefstir, sezgi ise duygu, his ve sağlıklı düşünce ve eylemdir.
Ego korkudur, sezgi sevgidir.
Sezgi öne ”yürü!” der, ego ”dur!” der…
Önsezilerin aksine işleyen ego sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Ben duygudaşımla karşılaştım mı?

Nedir o dillerde dolanan duygudaşlık ya da ruh akrabalıkları meseleleri Allah aşkına?
Dünyaca duygudaşlığı araştıran profesyonellerimize göre, bu ayrıcalık hem düşüncesel hemde hissi bazda bir kişiyle hemfikirlilikmiş. Sevgili okuyucularım, sizleri bilemem ama, ben ruh ikizlerimi eninde sonunda bulacağımdan eminim: İçimde vazgeçilmez bir tutkuyla yıllardır ruh ailemi arıyorum ben.
Eş ruh deyince aklıma Mevlana ile Şems geliyor. Onların derin sohbetleri ve eğitimleri bana sohbetin doyuruculuğunu anımsatıyor. Bana kalırsa onlar, ruhsal açıdan birbirlerini tamamlayarak tümlediler, tıpkı farklı olaylar biraraya gelerek bir bütünün tamamlanması gibi. Yüzlerce yabancı ve yerli dünya yazarlarının envaiçeşit görüşlerini inceledikten sonra anladım ki, mana şekilden gerçekten de çok daha önemliymiş.
Şekil gözle görülen, mana ise ancak kalp gözüyle görülebilen bir gerçekmiş. Şekilden anımsadığım ise, insanların insanları dış görüntüleri itibarıyla ölçüp biçmeleridir. Ve şu da artık bana göre su götürmez bir gerçek ki, nice insanlar tanıdım, şekil aleminde takılı kalmışlar da mana alemine erememişler, oysa ki ruhumuzun asıl tatmin olduğu, geliştiği alem ise mana ve doğaya türlü türlü hizmetlerin alemidir.
Bu bir aradır…

Duygudaşlıktan benim anladığım ise şu ki, bir kişiyle sohbet ettiğim de onun benden, benim de ondan derin ilim öğrenebilmemiz demektir. Ruh arkadaşım güldüğüme gülecek, sevdiğimi sevecek, hislerimi ben ona söylemeden anlayacak bir yoldaşımdır. Öyle ki, o kişi birçok konuda sorumluluk sahibi olacak. Yaratıcı, üretici ve yardımsever olabilmeli benim yol arkadaşım. Etik değerler sahibi olmalı, ve hatta birçok yol arkadaşım olursa, bu daha da verimli olur.
Şunu da belirtmeliyim ki, biraraya gelipte, hem örneğin el işi yapıp, hemde sohbet etmenin adı da bana göre duygudaşlıktır.
Bu seminer de hep beraber biraraya geliyoruz ve ruh ikizi ya da ruh ailesi, ruh arkadaşlığı nedir onu detaylıca inceliyoruz.
Ben duygudaşımla karşılastım mı sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Her kriz bir şanstır! Aslında her kriz bir içsel çılgınlık dönemidir…

Her ne kadar da ”aman bu da neydi yine başıma gelen?” demeye alışkın olsak bile, işi leyhimize çevirerek, ”bu kriz bana nelerin mesajını vermeye çalışıyor acaba?” demeyi içselleştirmeliyiz arkadaşlar. Bu düşünce tarzı bize, öğretilmiş çaresizlikliğimizi yenerek, olumlu hissetme tarzını da kazandırmış olur. Böylelikle, şaşırıp kalmak yerine, çözüm odaklı düşünceler üretmeye başlarız. Yaratıcı gücümüzü tetiklemiş oluruz.
Biliyorum, sizleri duyar gibi oluyorum, ”kriz can acıtan bir olay, nasıl olur da ondan bir pozitivite süzer de çıkartırız?!” Çok basit, krizlerin ”o balon gibi şişik havasını” alırsak, geriye ne kalır arkadaşlar? Krizlerin havasına o an kapılmamak için, onlar bize geldiğinde, içsel rahat kalmayı başardığımız an, işte o buhranlarla daha kolay başa çıkabildiğimizi gösterir bize hayat.
Gelelim neden krizleri yaşadığımıza: O bunalımlar bize, o anki habire aynı giden birşeylerin (olayın) değişmesi gerektiğinin habercisidir. Krizler bizi alıştığımız konfor alanından alır, başka yere savrular ki, ayıkıp o gizli perdeler arkasındaki dev sorunumuza makul çözümler bulalım diye. Krizler aslında korkularımızın birikmiş ve patlamış halidir. Hani bazı konular vardır, ”ayy başıma gelirse ne yaparım ben o vakit?!” dediğimiz şey aslında hazırlıksız krize yakalanacağımızın mesajcısıdır. Oysa ki, eğer içsel rahat bir düşünce yapısına sahip olursak, krizleri daha daha rahat atlatırız. Zaten de ben içimde bu derdimi anladıktan sonra da, doğa gereği, bir kriz nasıl çözülür, envaiçeşit bilgiler de bana doğru akmaya başlar bile, bu da çekim yasasıdır.

Sevgili arkadaşlar, sizlere kısa da olsa, kadersel çizgimde ötürü benim yaşadığım bazı çılgınlıklardan anlatacağım. Ve bana göre artık şu bir gerçek ki, her yaşanmış bir hayati çılgınlığın altında dev bir pozitif mesaj ve tecrübe gizlidir. Marifet ise onu o an süzüp görebilmekte, bu da ancak eğitimle ve sezgilerin şifresini çözebilmekle alakalı. Dolayısıyla da ben artık her bunalıma pozitif bakmayı bu sayede öğrendim.
Ana baba ‘evimin’ doğrular, ahlak, terbiye ve çocuğa eğitimi adı altında, yıllar yılı o evin bana bir zulüm hanı olduğunu keşfedince, adeta dünyam karardı. Oysa ki bana göre ana baba, hep doğruları öğrenmeye ve uygulamaya gayret eden kişiler olmalıydılar.
2012 den sonra psikolojik eğitim almaya başlayınca, esefle ve acıyla anladım ki, ebeveynler bana doğrular adı altında, hayata ve onların kendi ailelerine olan hınçlarını – yani, istedikleri hayatı yaşayamamış olma faturalarının birçoğunu – bana kesmişler. Onlara göre evde vücutsal ve hele hele psikolojik şiddet meğersem çocuklarda uygulanması gereken günlük bir adetmiş.

Beni en çok hüzünlendiren ise, onların yaptığını onlara anlatmaya çalıştığım da bana karşı tamamen bir öfke duvarı kesilmeleriydi. Dahası yıllar yılı öfkeli ruh haline bürünerek, herhangi bir kimsenin onlara hesap sormasını dahi engellemişlerdi. Ebeveynler türlü türlü – kontrol altına alamamış oldukları davranış kalıplarının – saldırganlık, öfke, sevgisizlik, sorumsuzluk, negatif tavırlar, ve daha birçok sağlık dışı ‘ahlakların’ getirisinin acısını benim canlarımı yakarak çıkartmışlardı. Bir çocuğun ruhuna ne iyi gelir ne kötü gelir, zerre dahi araştırılıp uygulanma reva görülmemişti: Tanrı’nın onlara bahşettiği emanete onlar ihanet etmişlerdi.
Onca yıl yaşamış ol da, bir kere dahi kendini ”acaba ben bir yerlerde hatalar yaptım mı?” diye sorgulamadan şu alemden göç ve git, bu ne demek Allah aşkına arkadaşlar? Bunun adı dev kibir! Kendini yeremeyen ve hatta hatalı olupta özür dileyemeyen bir insanın ruhunun yaşadığından ben şüpheler ederim! Bizler elbette hatalar yapacağız, onları yapacağız ki, asıl doğru olan ne onu bulalım diye: Türlü türlü acıları yaşıyoruz ki, barışlar yaratmayı öğrenelim diye, bu doğanın yegane bir kuralıdır. Ama biz halen hatamızda ısrar ediyorsak, içimizde bir yerlerde fena bir eksik gedik var demektir. Ve şunu da asla aklımızdan çıkarmamalıyız: İlahi adalet eninde sonunda vuku bulur, ve biz de neyi ektiysek onu biçeriz.
Sevgili okuyucum demem o ki, ben onca acıları meğersem psikolojiyi okuyarak, hem kendi acılarımı, hemde acısı olan insanları daha kolay anlayıp onlara empati duyarak, o acıdan kurtulmaları için onlara yollar sunabilmem için yaşamışım.
Diğer bir görevim ise, zulüm nerede gözüme çarpıyorsa, orada onu durdurmam gereğiymiş. Eğer ki o dehşete dur! demezsem, ben de şiddet eğilimliyim demektir: Adalet ile zulüm bir arada barınmaz.
Artık ben eminim, ben bu aleme envaiçeşit zulümlerden geçerek, bir sürü tecrübeler elde ederek, barış ortamları yaratmam için gelmişim! İşte bu sitemin ve geneli iş ahlakımın (misyonumun) asıl amaçlarından birisi de bu sevgili arkadaşım.

Biliyorum, ‘ailemle’ sonum ne oldu merak ediyorsun kıymetli okuyucum! İçim de zaman zaman o acıyı hissetmiş olsam bile, iyi ki adaletin ve vicdanın yanında yer almamı sağladı kader. Aksi takdirde çirkin ahlaklara göz yummuş olurdum. Şu alemde kör olarak dolanmaktansa, acı çekip sağduyulu olmayı yeğlerim. O aileden elbette ayrıldım, şimdi beni anlayan insanların yanındayım ve mutluyum. Hayat demek ki buymuş. Çok doğal ki, krizleri yaşayacağız ki, onlarla başa çıkabilmeyi öğrenelim diye…
Sevgili arkadaşlar, bu kurs da krizleri nasıl şansa döndürebiliriz, onu araştıracağız. Aynı zamanda da, bazı sağlıksız insan yapılarını belirleyeceğiz, zira bunları anlamadığımız takdirde, acının acı olduğunu da zulüme uğradığımızı da bilemeyiz.
Bu bir aradır…
Her kriz bir şanstır! sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Zulmü her kabul ediş, daha büyüğünü doğurur.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Bu bir aradır…
Kötü yasalar, zulmün en berbat şeklidir.
Edmund Burke
Bu bir aradır…
Ey efendiler, sorgulamayan insan cahildir. Sorgulatmayan ise zalim!
Mustafa Kemal Atatürk
Bu bir aradır…
Bin zulme uğrasan da, bir zulüm yapma.
Hz. Ali
Bu bir aradır..
Bu bir aradır…
Ben yalnızım: Kendimi yalnız, korunmasız, evsiz ve barksız hissedişim…

Yalnızlıktan neyi anlamalıyız arkadaşlar? Hani bazen olur da kendimizi yapayalnız kalmış ve içsel bomboş gibi hissederiz ya, sanki derdimizi birisine anlatmak istesek bile, bizi o kişi anlamayacakmış gibi düşüncelere dalarız. Her bir derdimiz de davranış kalıbı sahibi olduğumuz gibi, yalnızlık duygusunun altında da elbette bir örüntümüz yatar.
Yalnız kalmışlık duygumuz ta derinlerimizden gelir. Bir örüntü kendi kendine oluşmaz, bir örüntü aslında zihnimizin daha fazla zede almaması için, içimizdeki sistemimiz tarafından – zamanında yaşanmış bir acıyı hazmetmek için – üretilmiş olan geçici bir mekanizmadır

Bu bir aradır…
Bilimsel araştırmalara göre, yalnızlık hissinin temelinde yatan olay ise, zamanında hayata negatif bakış açısını içselleştirdiğimiz için, yalnızlık duygusunu da dolayısıyla tetiklemiş olmamızdır. Ayrıca da kendini yalnız hisseden kişiler, kendilerinin sevilmediğini hisseden kişilerdir. Bu örüntü ise, çocukluğumuz da ebeveynlerimizin bizi sevmemiş olduklarını fark etmiş olduğumuzdan dolayı kaynaklanmaktadır. İşin daha da aslına inersek derin psikolojiye dayanarak, içselleştirmiş olduğumuz yalnızlık hissimiz de, sevilmeme duygularımız da bizlere ”başkaları tarafından reddedilme korkularımzı” anlatıyor.
Arkadaşlar sizi üzmesini istemem ama, onca sayısızca davranış kalıbı araştırmalarımın sonucu bana, bizim toplumdaki sorunun, ve birçok diğer ülkelerdeki toplumların sorununun da ana kaynağının sevgisizlikten doğmuş olduğunu öğretti. Öyle ki, ülkeler arası spiritüel boyuttan olan hocalarım şunu keşfetmişler:
Sevginin olmadığı yerde korku vardır,
korkunun hükmettiği yerde ise sevgisizlik
vardır.
Oysa ki bana göre korkunun her sağlıksız türü bir illüzyondur (kuruntudur.) Bizim ilerilere doğru adımlar atmamızı engelleyen dev bir hiçtir korku. Ve Doğan Cüceloğlu hocamın da dediği gibi, etrafımızda korku kültürü denen tuhaf bir yapı yaygın. Çocukluktan beri korkak ve kendine güvensiz birisi olarak ben bizzat yetiştirildim arkadaşlar, işte size çarpıcı bir örnek daha. Ve etrafımda da bunu habire izlemledim, korkularımız bizi sevgisiz kıldı, korkularımız bizi kendimize güvensiz etti, üreten tip değil tüketen tip olduk çıktık.

Sevginin önce ne olduğunu anlamalıyız, sonra da onu etrafımıza yaymalıyız. Sevgi etrafı sararsa, korku denen ”efendi de” yolumuzdan çeker gider.
Kendimi yalnız hissedişim, kimselere ‘ben varım’ diyemediğimdendir.
Ruhum, evsiz ve barksız kalışından dolayı, korkularımın içinde boğuluvermişim.
Derken, o an kalp gözümle yüce bir dağ gördüm
ve ona yaslandım.
Dağı hissedince anladım ki, korkularım meğersem birer serapmış.
Ayla Kurt
Seminerimiz de yalnızlık duygularımızın ta temellerine dalarak, reddedilme korkularımızla yüzleşme cesaretini göstereceğiz. Bu yüzleşme kendimize güvenimizi artırır, kendimizi sevmeyi bize öğretir. İçimizle bir parça daha barışınca, diğer gizli potansiyellerimizin de günyüzüne çıkmasını da tetiklemiş oluruz sevgili arkadaşlar.
Ben yalnızım sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Sembollerin mesajlarını anlamak istiyorum

Sevgili okuyucularım, sembolleri anlama teknikleri benim en sevdiğim dallardan birisidir. Önceleri aşırı takılmazdım sembolleri okuyabilme sanatına, fakat kıymetli hocam Doreen Virtue’nin melekler hakkındaki kitaplarını okuyunca, kalp gözüme verilen sembollerin de, şu dünya alemde olan sembollerin de ne kadar hayati olduğunu anladım. Şunu da belirtmeliyim ki, ruh alanında derinleşmek isteyenler için sembolleri ve hayatın getirdiği mesajları da okumak bir elzemdir. Sembol deyince, aklıma yine Mevlana hocam düştü, o da mana alemiyle uğraşmıştı yaşadığı vakitler.
Nedir o sembolün mesajının farkına varabilmek peki?

Yıllar süren araştırmalarım sonucu artık ben şu kanıya vardım, dünyanın kuzeyinde de, doğusunda da, batısında da ve güneyinde de bilimle, daha doğrusu ”doğanın yazdığı kitapla” çok derinden ilgilenen ve onu araştıran herkes asıl mana alemiyle, yani sembollerle bir şekilde tanışmış. Her ne kadar da dillerde kelime farklılıkları olsa bile, ülkeler temelinde aynı simgelbilimi anlatıyorlar.
Şamanların kayalara kazdıkları resimleri düşün, Mısırlıların piramitlerini hatırla, bizim Kapadokyadaki peribacalarını anımsa, hepsi de zengin sembol içerikli yapılar.
Demek ki bu tamamen insanoğlunun doğasında yatan, karakteristik olarak zaten var olan bir olay. Öyle ya, Amerikalı Doreen hanım melekleri hangi gözlerle ya da bilgilere sahip olduğundan dolayı o kadar güzel anlatabildi? İnanmayacaksın sevgili Tanrı misafiri, ben meleklerin semboliğini ve ehemmiyetini, Doreen’in kitaplarını okuyunca anladım.

Bu bir aradır…

Bu bir aradır
Bilim adamlarımıza göre sembol, fikri temsil eden görsel bir imgedir. Serebral yarım küre modeline göre de, beynimizin sol ve sağ tarafı farklı ilgi alanlarımızdan sorumlu:
sol tarafı
kurallar; lisan; yazıyı tanıma;
matematiksel işlemler;
mantık (ego); detaylar;
mantıklı davranış;
analitik (çözümleyici); taktik/plansal olgular;
zamansal/doğrusal ve mantıksal prosedürler; ayık bilince odaklılık.
sağ tarafı
resimler; kaos; yaratıcılık;
hayal gücü; sezgiler; merak;
mekansal biliş kabiliyeti;
yüzleri tanıma; sezgisellik
duygusallık; vücuda odaklı;
resimsel; müziksel ilgi;
zamansızlık; bilinçdışına odaklı.
O halde sembol fikirsel bir resim olduğuna göre, sembolü gördüğümüz, ya da algıladığımız vakit, düşüncesel bazda hem beynimizin sağ tarafı, hemde sol tarafı aynı zamanda faaliyete geçmiş olur.

Sevgili Tanrı misafiri, semboller bana göre birer çağrışım mekanizmasıdır: İçsel veya dışsal bir sembole dikkatini verdikten sonra, içinde onunla alakalı resimler ya da düşünceler meydana geliyor, daha doğrusu içinde o sembole ait hangi iç resimlerin mevcut ise, onlar bilincine çıkıyor.
Fakat bir de Francis Galton’ un çağrışım modeli mevcut. İlk kez Galton (1822-1911) çağrışım modelini keşfetmiştir. Galton bu maketle düşünce akışlarını ve yollarını inceleyerek onları belirlemeye çalışmış. Akabinde Carl Gustav Jung’ da bu modeli inceleyerek, eklemeler yapmış ve dünyaca rağbet görmüş çağrışım modeli.
Değerli okuyucum, biz bu seminerimiz de farklı farklı sembollere bakarak, içimizdeki çağrıştırdığı duygu ve düşünce akımlarını keşfedeceğiz. Böylelikle, bugüne dek bilincimize ulaşmamış bilinçaltı bilgilerimizi, heyecanımız eşliğin de ortalara dökeceğiz.
Sembollerin mesajlarını anlamak istiyorum sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Davranış kalıplarını inceliyoruz

Her gün zamanında içselleştirmiş olduğumuz davranış kalıplarını habire bilinçdışı uyguluyoruz da, o akışların bazen farkında bile değiliz.
Nedir peki o davranış örüntüsü denen şey?
Davranış kalıbı, içine doğmuş olduğumuz ailenin ve de toplumun bize empoze etmiş olduğu fikir, düşünce, duygu, anlayış, değer yargı sistemi, ahlak ve davranış mahkumiyeti ve kültürüdür. Biz bu kalıpları, ailemizi ya da sevdiklerimizi kaybetmeme pahasına bir ahlaklar geçidi olarak otomatiğe bağlamış haldeyiz. Ailemize o kadar çok güvenip inanmışız ki, onların da bize sağlıksız ahlak ve ya bilgi enjekte edebileceklerini hiç aklımıza getirmemişiz.

Geçmişteki negatif davranış kalıplarımızdır bizlerin bir konuda bugün başarılı ya da başarısız olacağımızı belirleyen. Zira, ebevynim bana ”sen elini attığını başarırsın mutlaka”, diye mi beni yetiştirdi, yoksa ”sen bir işe yaramazsın zaten!” eğitim banyosundan mı geçtim ben?; işte bu düşünce akımı beni bir iş de ya başarılı ya başarısız kılar. Eğer ki ben ”istediğimi başarırım” düşüncemi içselleştirdiysem, elimi attığım her konuda da başarılı olurum.
Ayrıca da biz bu sayede kendimizi ve hayatı sorgulamayı tamamen unutmuş olabiliriz, oysa ki hayatı sorgulamakta, tıpkı sevgi gibi, doğadan bize bahşedilmiş çok kıymetli bir olgunluk. Kendini ve hayatı sorgulamak ise ruhun gıdasıdır, tıpkı vücudumuzun da gıdalara ihtiyacı olduğu gibi. Ruhunu sorgulamayanların ruhları yaşarken ölüyor.
Doğan Cüceloğlu hocam diyorki: ”Bir şeyi sorgulamak, gerçek biligiyi arama yoludur. Sorgulayan kişi kendi kendini sürekli yenileyen kişidir.”
Aslına bakarsan, ben sorgulamadan duramıyorum arkadaşlar. Kendimi bildim bileli, ben habire herşeyi sorguluyorum. İçimde bir düşüncem bende oldu bitti hep baskındı ”insanlar o sergilediği ahlakı, tutumu ve davranışı hangi temel sebeplerden ötürü sergiliyorlar??” Ve bu sorgulama beni bugünkü halime getirdi. Sorgulayınca ve de etrafıma kendileriyle alakalı, ya da kendimle ilgili sorular sormaya başlayınca ben, umman kayalara da çarpmış oldum. O zaman anladım ki, susturulmam için elden ne geliyorsa yapılmış çevrem tarafından. İşte bu sayede de sezgilerimi mutlaka bastırmam ve susturmam gereğini de ilk kez öğrenmiş oldum.

Anladım ki, insanlar davranışlarını sorgulamıyorlar, çünkü o yapıyla – o herkeslerden bucak bucak gizledikleri taraflarıyla – doğal olarakta yüzleşmeleri gerekecek. Ancak içimizdeki o sağlıksız korku denen illüzyonu yenmeyi başarırsak, ayna da dolu dolu yüzümüze bakabiliriz. Hem aynalara dolu dolu bakabilipte, kendimle barışıp içsel huzuru bulma imkanı varken, neden o olgudan kaçayım ki?!

Ve sezgiler denen mucize yapı beni o yüzleşme ile karşı karşıya getirmiş olan mekanizmalardan birisidir. Sezgilerimiz bizi dışa odaklı yaşamdan çeker alır, bizleri kendimize, içimize kilitler. Sürekli dışa odaklı yaşamın adı ilişki bağımlılığıdır arkadaşlar. Karar vermeliyiz, biz, çevremizin bizden olmamızı beklediği biz miyiz, yoksa biz, içimizden geldiği gibi coşup hareket eden biz miyiz?! Unutmamalıyız ki toplum denen olguyu inşa eden de yine bizleriz.
Ben bir gün bir karar aldım arkadaşlar, ya ailemin bana öğretmiş olduğu gibi, insanlara öfke eşliğinde saldırarak onlara fikrimi söyleyecektim – yani onları korkutarak ve kontol altına alarak – ya da çevreme anlatmak istediğimi, olgun bir insan gibi, güzel bir sohbet eşliğinde çevreme anlatmayı öğrenecektim. Bana kalırsa sohbet edebilmek de zaten zerafetin bir sanatıdır.

Davranış örüntüleri kursumuzda, düşünce akışımızı inceleyerek, içlerinden bizi en acıtan davranış kalıbımızı süzerek ele alıyoruz. O kalıp hangi şartlar altında ve neden bilinçaltımıza yerleşti detayına kadar araştırıyoruz. Sevgili arkadaşım, ben öyle mutluyum ki, bu sayede muhteşem doğa ve bilgileri bana birçok negatif kalıplarımı göstererek, onları pozitif kalıplara dönüştürmemi nasip etti. Biliyor musun, yıllar evvel ilk kez davranış terapisini duyduğumda, ”aman sanki sihirli değnek değecek banada, bende beğenmediğim ahlakımdan kurtulabilecek mişim gibi, ne saçma!?” demiştim kendi kendime zamanında! Meğer ne kadar yanılmışım o dönemler.

Hayat bana öyle bir ders verdi ki, sevgili okuyucum, artık eskisine nazaran – binlerce teşekkürler ediyorum – ben bugün çok huzurluyum, kendime güvenim arttı, karşımdaki insanlara kendimi tatlı tatlı anlatmayı öğretti bana hayat, doğruyu bulduğum için öyle mutluyum ki! İnsanlara mutluluk ve huzur hediye etmeyi öğretti bana evren. Bence en yüce duygulardan birisi de bu…
Papatyalar sana hediyem olsun güzel insan…
Davranış kalıplarını inceliyoruz sempozyum başvurusu
Bu bir aradır…
Toplumsal değer yargı sistemlerine karşın benim inançlarım

Sevgili okuyucularım, 2012 yılıydı, yaşadığım aile ve toplumdan dev fikirler ayrılığına düşerek, o birlikteliği arkamda bırakmak zorunda kaldığım an. Elbette bu ayrılık birdenbire olmadı. Zaman içerisinde anladım ki ben, ya kendi içimden gelen hislere, düşlere göre özgün yaşayacaktım, ya da içine kilitlenip kaldığım, her tür davranışları içimi yakan kavuran o sağlık dışı aile ve toplumda devam yaşayacaktım

Halen içim acıyor gerçekten , insan onca yıl beraber yaşadığı ailesine nasıl arkasını döner ki?! Bugün biliyorum ki artık, ‘ana babam’ Tanrın’nın onlara bahşetmiş olduğu hediyeye ihanetler etmişlerdi. Ruhumu, kendi eksik kaldıkları ruhi ihtiyaçlarını karşılamam için ‘yetiştirmiştilerdi’. Onlar ana baba tarafından almaları gereken sevgiyi (ve daha yüzlerce güzel duyguyu) zamanında alamayınca, bunun onca öfkesini bana saldırarak – küçücük ve tamamen savunmasız bir çocuktan – almışlardı: Beni kendilerine köle etmişlerdi. Bir de baktım ki birgün, içimde iki farklı Ayla var! Birisi, o ailenin her isteğini hizmetçi gibi yerine getiren Ayla ve de bir yerlerde kendi kendisine yeterek, neşe, hayat ve çosku dolu bir Ayla.
Resim: Arthur Rackham: Jüliyet uyuyor

O gün bir karar aldım işte, kimselere gebe olarak artık yaşamayacaktım! Daha doğrusu yaşamamayı yeniden, en baştan ve sağlıklı türlüsünü öğrenecektim! O vakit içimdeki ses bana şunu fısıldadı ”eğer kendin olarak özgün yaşamayı seçersen, anababanı kaybedebilirsin! Onların ahlakını iyi biliyorsun, sen onlara arkanı döner dönmez, seni herkese kötüleyecekler! Onca güzel hayat anlayışlarına ve marifetlerine rağmen, seni kıskançlıkları ve hainlikleri yüzünden karalayacaklar! İyi düşün!”
Bu bir aradır…

Psikolojik eğitimim bana hangi karakterin sağlıklı, hangisinin sağlık dışı olduğunu öğrettiği vakit, çok şaşırarak artık anlamıştım ki, insanlar kültür, töre ve terbiye kılıfları adı altında, çocuklarını kendilerine köle ve gebe yetiştirebiliyorlardı. Doğan hocam bu davranış bozukluğunun adını ”kültür robotu” koymuş, ne kadar isabetli bir terim. Bu sayede o çocuk otomatik olarak, eğer hayatı boyunca o ”hapishaneden” kurtulup da kendine güveni öğrenmezse, ebedi o ebeveynlerinin sağlık dışı umutlarına kalmıştır. Bu tavır aynı zamanda da, ileride kadınlarımızı da eşlerine bağımlı kılıyor. Dahası bu yapı sağlıksız insan ilişkilerini de beraberinde getiriyor. Korkularla yönetilmemize bir son vermeliyiz, sevgili yoldaşlar.
Hepimiz de içinde yaşadığımız toplumlardan sorumluyuz!: Sağlıklı toplum ve aile nasıl olunur, sorgulayacağız, öğreneceğiz ve de uygulayacağız. Gereken toplumlara baş kaldırarak, onların toplumu zedeleyen ahlak anlayışını yer ile yeksan ederek, barışı ve barışçıl davranmayı öğrenerek etrafımıza rol model olacağız.
Bu olan bitenlerin aşamasında ben kendim için bir karar aldım: İnsanı huzurlu kılan, mutlu eden, üretken kılan kültüre evet!, insanı köleleştiren her türlü sistemlere hayır!

Bu seminer de sağlıklı olan bazı toplumsal değerleri inceleyerek, hayatımıza onları nasıl adapte ederizle ilgileniyoruz. İçimizdeki korkulara karşın ‘hayır!’ demeyi öğreniyoruz. Toplumun bize dikte eden tavırlarına son vermeyi öğreniyoruz. Bilinçli bir hayata evet! diyoruz.
Toplumsal değer yargı sistemlerine karşın benim inançlarım başvurusu
Bu bir aradır…
Tütsü kursu

Sevgili arkadaşlarım, güzel kokuları seven, tütsülerin gücüne inananlara merhaba…
Bu seminer de en sevdiğimiz bitkilerin tütsüsünü bizzat yakacağız. Bitkileri yaktığımız vakit, onların eterik aromasını içimize çektiğimiz de ruhumuz sükunete eriştiği zaman, tütsünün bizlere hediye edilmişlik yüce kudretini de böylelikle anlamış olacağız.
Tütsünün gücüne gelince: Ben yaklaşık 3-4 yıl evvel tütsülerin gizemine, eğitimim gereği ‘denk’ geldim. O gün bugün tütsü hayatımın ve ruhumun vazgeçilmezi oldu.
Tütsü dünyaca sevilen ve ritüeller halinde yakılan, insana manevi (ruhi) bir iç huzur sağlayan bir yapıdır. Belki sen de bilirsin, anadolumuzun bazı köylerinde veya kasabaların da üzerlik otu tohumu çok yakılan bir tütsü türüdür. Üzerlik nazardan ve aslında negatif insani frekanslardan bizleri korur. Üzerliğin bu anlamda görevi ise, onun yakıldığı vakit, kişiyi ruhen ve manen, negatif güçlerden koruduğunu algılamış ve inanmış olmamızdır. Örneğin gül suyunu veya taze bir adaçayı yaprağını kokladığını düşün, aklına o an ne geliyor?

İşte birçok bitkilerin de insanı böyle koruyucu ve iyileştirici özellikleri var. Dilersen çayını demle iç, dilersen tütsüsünü yak, dilersen de pişirdiğin yemeğe ilave et. Her halüverkarda bitkilerin bizi muhteşem bir etkileme gücü var.
Ben tütsüyü geneli olarak, evimde negatif enerji akımı hissedip, bu enerjilerin benim beynimi uyuşturmaya, yani beni gaflete sürüklemeye başladığı vakit, yakıyorum. Ayrıca da kendimi çok zinde hissettiğim vakitlerde de tütsü yakıyorum, bu o anki var olan gücüme güç katıyor. Bir de gezmelere ya da alışverişe gittiğim mekanlardan dönüşünde de kendimi halsiz ve mutsuz hissedersem, tütsü yakıyorum.
Sizlerin de bildiği gibi hayatta herşey bir enerjiden ibaret. O halde şu bir gerçek ki, bendeki bulunan bir davranış kalıbının varlığı, örneğin korku, alt boyutlardan süzülerek, yani gözle görülemeyen boyutu düşün (mesela bizlere nazar değdiğindeki ruh hallerimiz) bir başka kişiye – bilinçdışı – bırakılır (devredilir), o kişi de o andan itibaren korku dolu hareket etmeye başlar. Bunun adına emosyonel boyut sömürgesi denilir, bu dev bir insan hakları ihlali olduğu gibi, kişinin kendi ruhuna karşı ilgisizliğinin de bir göstergesidir. Sorumluluk veya sorumsuzluk kavramı olgusu da işte tam da burada başlar.
Ben tütsüyü yaktığım vakit, ya da kişisel gelişimime devam ettiğim vakit, tütsü içime dolan negatif enerji akımını hem temizler, hemde benim neden bir kişi tarafından tetiklendiğimi bana gösterir, eğer ki ben bu davranış kalıbımı görmek istersem. Ayrıca tütsü beni barışçıl duygulara taşıyarak, etrafıma pozitif enerjiler yaymamı sağlar, bu zaten de benim insan olarak asli görevimdir.
Belki de kimbilir kaç kez yazdım yazılarımda, bilincimizin şuuruna mutlaka varmalıyız. İçimize bir gaflet ve ya başka bir his/duygu/düşünce düştüğü vakit, bunun nedenini ve niçinini mutlaka incelemeliyiz, zira hiçbir olay şu alemde tesadüfi değildir. Herşey bir nizama uygun vaziyette işlemektedir.
Bu bir aradır…
Ruh potansiyelleri: Yaratıcılık kapasitemin ve yeteneklerimin ne kadarının farkındayım ben?

Ruh potansiyelleri derken, marifetlerimize değinmek istiyorum. Farkında olduğumuz marifetlerimiz de var, olmadıklarımız da var. Bu seminerde ise henüz farkında olmadıklarımızı ortaya çıkarmakla meşgul olacağız. Bu o kadar önemli ki sevgili okuyucum! Zira, bende ne kadar keşfedilmiş yetenek var ise, ben işte o kadarım:
Yeteneklerim bana ‘ben değerliyim’ olgusunu kazandırır;
becerilerim kendime güvenimi keskinleştirir;
marifetlerim, ilişki bağımlılığımı çözümler: kendi işimi kendim görürüm;
yeteneklerimi kendimde hissettikçe, kendimle iftihar ederek, ne kadar güçlü ve özgün olduğumu anlamış olurum;
marifetlerim bana krizlerle başa çıkma konularında çok faydalı olur, bana gitmem gereken yönü göstermekle;
ruh potansiyellerim bana, içimden gelen mesleği ya da uğraşıyı gösterir;
yeteneklerim beni bana katarak, beni cesur kılar…
Resim: Aya Sofya’yı olağanüstü potansiyelleriyle inşa ettiren ise Bizans Imparatoru I. Jüstinyen’dir…
Bu bir aradır…
Ben cesurum!
Hani bazen aklımıza bir düşünce düşer de, onu gerçekleştirmek isteriz, birdenbire bilemediğimiz bir içsel dürtüden sonra, o fikri ‘aman zaten de olmaz ki!’ diyerek onu yok sayarız ya; işte tam burada korkularımız bize amansız bir oyun oynamış olur sevgili okuyucum.
Bu bir aradır…

Bu özel kursda içimizdeki o bizi durdurarak felç eden korkularımızın çeşitlerini inceliyoruz. Onları belirleyerek, onlarla yüzleşerek, onları durdurabilecek güce sahip düşünceleri hayatımıza geçirmesini öğreniyoruz. Ve bizi cesur kılacak konuları ne kadar bizzat defalarca yılmadan uygularsak, daha çok cesur oluruz.
Cesurlu olamamızı engelleyen sorunlardan birisi de, vereceğimiz kararların sonuçlarına katlanamama korkularımızdır. Ve bizi sürekli acıtan ‘alıştığımız konfor durumlarımızı!’ biz terk etmedikçe de, korkumuzun esiri kalmaya devam ederiz.
Bu bir aradır…
İnsan haklarına saygı: Psikolojik sınırlarımı belirliyor ve çevremin bana diretmelerine hayır! diyorum; 1. bölüm,

Ne yazık ki psikolojik sınırlarımızı en küçük yaşlardan itibaren korumak bize öğretilmediğinden dolayı, içimizden bir konuya hayır demek gelse de, karşımızdakine evet demeyi içselleştiriyoruz.
Sevgili okuyucum, bu öyle bir dev sorun ki, başkalarına karşı ilişki bağımlılığını da getirdi beraberinde. Öyle ki, bu yüzden karşımızdakini habire memnun etme ahlakına yenik düştük. Bizler başkasını hoş tutmaya çalıştıkça da, kendimizden ödünler vererek, kendimize insan hakları ihlali yapmış oluyoruz. Hocalarımdan birisinden duymuştum, bu tür bağımlılığın adının ”modern efendi köle ilişkisi” olduğunu: Efendi emir veriyor, köle de emri yerine getririyor. Güzel kardeşim, bu tavır ve ahlak o kadar yaygın ki toplumda, halbuki bu tamamiyle insan sınırlarını çiğneyerek ezip geçmiş olmaktır bana göre. Karar benim: ya karşımdakine – kim olursa olsun – hürriyetimi elimden çalmasına izin veririm, ya da ona karşı çıkarak, ruhumun o kişi tarafından zede görmesini engellerim: Seçim bizim.

Çok önceleri ana baba tarafından yıllarca bir köle muamelesi görmüş bir insan olarak rahatlılıkla söyleyebilirim ki, efendiler bizleri yönetirken bunu hem beden dilleriyle, hem de birçok kişilerin yaşadığı ama bir türlü anlam veremediği bir diğer boyuttan uyguluyorlar. Bunu, dürtülerini kontrol edemediklerinden dolayı, şahsi hınçlarını – yabancı ya da aile içi emosyonel (duyguların ve hislerin yeri olan) boyutlara dalarak, kendilerini rahatlatıyorlar. Bir örnek: Ben kendimi çok iyi hissederken, birdenbire kendimi tetiklenerek kötü hissetmeye başlıyorum, ve buna da bir türlü anlam veremiyorum. Sonra içimden anne veya babanın yüzüne bakmak geçiyor. Ve ebeveynimin yüzündeki gördüğüm bir ifade ile, harekete geçerek o ebeveynin benden beklentisini hemen yerine getiriyorum:
Çok bariz ki burada ebeveyn benim psikolojik sınırlarımı ihlal ederek, önce beni duygularıyla rahatsız etti, akabinde onun yüzüne bakmamı sağladı, ve daha sonra da o negatif duygularını bana göndererek ve beni felç ederek, rahatlıkla kendi sorumluluğunu, emir halinde emosyonel boyuttan bana devşirdi. Eğer bu ’emosyonel boyut tacizi’ ilgini çektiyse, sana Alice Miller’in ‘Yetenekli çocuğun dramı’ kitabını tavsiye ederim sevgili okuyucum.
Her hür insanın hakkıdır, istemediği bir şeye hayır diyebilmek. Hayır diyebilmeyi mutlaka ama mutlaka öğrenmeliyiz, ve de etrafımıza da bunu örnek davranış olarak sergilemeliyiz. Ne kadar çok insan ruhunu acıtan olaylara hayır! demeyi başarırsak, o kadar çok sağlıklı insani ilişkiler ve nesiller doğar, zaten doğal olanı da budur, ya yoksa durmadan türlü türlü can yakıcı acılar çekeriz.
Ayrıca da bana göre, hür olmayan bir insan kişisel gelişemez ve üreten bir varlık olamaz, oysa ki doğa insanoğlunun neye ihtiyacı olursa, içinde zaten mevcut olarak yaratmıştır. Bunun için de Allah hariç, hiçbir güce ihtiyaç yoktur sevgili okuyucum.
Psikolojik sınırlar 3 bölümden oluşmakta. İlk bölüm de ise, onun oluşunu, sebeplerini ve temellerini araştıracağız.
Psikolojik sınırlarımı belirlemeyi öğreniyorum; 1. Bölüm başvurusu
Bu bir aradır…
Hangi tür çevresel (ve içsel) manipülasyonlar benim psikolojik sınırlarımı korumamı engelliyor?; 2. bölüm:

Psikolojik sınırları belirleme oldukça çok safhalı bir temadır. Bu bölümde ise ”nasıl oluyor da çevremdekilerin beni manipüle etmesine müsade ediyorum?!” sorusunu inceleyeceğiz değerli ziyaretcim.
En baştan anababa ve sonraları çevremiz tarafından bize empoze edilen davranış kalıplarımız, bizi daima yıllar yılı aynı şekilde hareket etmemizi sağlar, ta ki bizler onların farkında olup, onları deşifre edene kadar. O kalıp ise adeta bir zihinsel programlamadır, ‘otomatik’ olarak zihnimizin akışını ve yönünü belirler. Bu seansta en ince detayına varana kadar, kimi davranış kalıplarımızın günyüzüne sızmasına müsade ederek, onları kısmen de olsa, çürütme noktasına getirmiş olacağız.
İçimize dönerek ve kendimizi sorgulayarak o ‘arkadan arkaya akan içselleştirmiş oluduğumuz programları’ ışıtarak, onların kimisini deşifre edeceğiz.
Sevgili okuyucum, davranış şemamızın dinamiğini anladığımız vakit, ondan vedalaşamak hayli zamanımızı alsa da, pozitif sonuçlar elde etmek elbette mümkün.
Manipülasyonlar 2. Bölüm başvurusu
Bu bir aradır…
Pozitif düşünce gücünü hayat tarzıma çeviriyorum (sınırlarımı belirliyorum 3. bölüm)

Zihnimiz de ‘otomatiğe bağlanmış’ olan davranış örüntümüzü keşfettikten sonra, geldi asıl iş onu kırmaya. Sevgili Tanrı misafiri, pozitif düşünce gücünü hayatımıza geçirmek ise, o kalıpların tam da panzehiridir. Olumlamalarımızın faydasını görebilmek için de, onların hangi ruh ve iç hallerde bizlere yarar sağladığını inceleyeceğiz.
Güzel kardeşim, bu olumlamalar işte aslında bize iyi gelen sağlıklı psikolojik sınırlarımızdır. Olumlama nasıl yapılmalı, bu seansda onu detayına kadar araştırarak öğrenecegiz, zira herkesin ruh halleri farklı olduğu için de, her olumlama herkese iyi gelmeyebilir. Herkese özel iyi gelen pozitif düşünce gücünü kişisel olarak belirleyerek, içimizi hergün acıtan o negatif davranış kalıplarına da meydan okuyacağız. Ayrıca da bana göre pozitif olumlamalar birer duadır.
Sevgili hayat, sayısızca negatif davranış kalıbımı arkamda bırakabilmeyi başarmamı bana kısmet ettiğin için sana sonsuzca teşekkürler ediyorum! Ben ne kadar da ruh ve güzel ahlak zenginiyim, teşekkürler ediyorum.
İşte benim tekrarladığım muhteşem bir olumlamam daha:
Ben neyi istersem, onu başarırım!
Pozitif düşünce gücü 3. Bölüm başvurusu
Bu bir aradır…
Motivasyon bir sanattır, motivasyon sabredebilme sanatıdır

Bana göre üstün başarı, kendi kendini her konuda motive etme gücüne sahip olmakla başlar sevgili Tanrı misafiri.
Yıllar sürdü gerçekten, içimden, kendimi aşağılama hislerini, düşüncelerini, davranışlarını atabilmek. Bunu bugün çok daha rahat algılıyorum, zira ben birçok hislerimi ve davranış kalıplarımı yazarak, o sabırlı kağıtlara döktüm yıllar yılı. Geçmişte not almış olduklarım, bugün bana nerelere gelebilmiş olduğumu o kadar güzel anlatıyorlar ki. Ve motivasyon denen o muhteşem olgu var ya, beni, her yere yıkılışımda elimden tutarak, ‘devam yürü, eninde sonunda başaracaksın!’ diyerek hep ayaklarımı sertçe toprağa basmamı sağladı.
Motivasyon olgusunu ne zaman ve nasıl geliştirdim tam olarak bilmiş değilim, kendimi bildim bileli hep içimde hissettim onu; belki de o duygu bana bir Tanrı hediyesi.

Seminer akışına gelince, önce bir çizelgeyle motivasyon olgumuzun dozajını ölçeceğiz. Sonra varsa eğer, bizi sabır eylemi esnasında habire durduran ve engelleyen, zincirleme şeklinde akan hisleri araştıracağız. Bu sayede de motivasyonumuzun akışını felç eden duygularımızı da anlamış olacağız. Zaten bunu belirledikten sonra, geriye motivasyonumu kesen hissin yerine, motivasyonumu destekleyen düşünceleri içselleştirmek kalıyor.
Sevgili okuyucum, motivasyon dev bir enerjidir, onu nasıl kullandığına bağlıdır onun sana verimliliği. Hele hele onun farkında olarak kullandığın vakit işte onun en verimli dönemidir. Motivasyonun gücü şu ki, bazen kendimizi çok kötü hissederken, içsesimizin bizi hemen uyarmasıyla beraber, bırakmış olduğumuz o yarım işi sonuçlandırmaya taşır ve bu da bizi daha çok motive etmeye götürür: Motivasyon daha çok motivasyonu doğurur. Motivasyonun bir de tabiri caizse, bir düşmanı vardır, o da tembelliktir. Tembellik bizi alangirli oyunlarla uyutmaya çabalasa bile, biz içimizdeki motivasyonumuzu hatırlar hatırlamaz, tembellik buharlaşmaya mahkumdur. Hayat muhteşem bir işleyiş güzel kardeşim, bir sebep sonuç yolculuğu ve hancılığı, hangi güzelliği seçersem, bir ötekinden feragat etmiş oluyorum.
Seminere başlamadan önce sana bir soru: Seni en çok motive eden olay nedir değerli misafirim?
Motivasyon bir sanattır başvurusu
Bu bir aradır…
Kadının gücü: Hayat misyonumu tanımlamak istiyorum ben!

Şu anki iş hayatımdan memnun muyum? Ve çalıştığım mesleği zamanında bilinçili mi yoksa hasbelkader mi seçtim?
Seminerimiz bu sorular üzerinde yoğunlaşacaktır. Sana sunacağım bir sorular geçidi sayesinde, misyonunu ve ya senin ruhunun asıl mesleğini inşallah günyüzüne transfer edeceğiz.
İnanmayacaksın ama, şu anki yaşamış olduğum ülkenin istatiksel bir araştırma sonucunda ‘kimler işinde mutlu?’ diye araştırıldığında şu sonuç çıkmış: % 70’i hasbelkader ve kişiyi mutlu etmeyen bir iş de ve ya iş yerinde çalışıyor. Bu demek oluyor ki, biz müsade ettiğimiz için, birileri bizi kendi istediği üzere, belli başlı iş alanlarına yerleştiriyor: Örneğin neredeyse dünyaca doğadan uzaklaşarak, sanayileşme nasıl oluşabildi ki?

O kadar şanslıyım ki ben!, yıllar sonra hayat beni asıl içimden gelen, ve ruhumun tamamen yatkın olduğu bir işe sevk etti; ne gariptir ki, bende bu esrarengiz olayı ancak yıllar sonra anlayabildim: Sene 1997 de ben ticaret uzmanlığını okuyarak, farklı farklı iş yerlerinde çalıştıktan sonra, 2005 de dev bir ruhsal krize girerek, hayatımda devrimler yaratacak bir karar aldım: ”Artık şirketlerin emrinde çalışmak istemiyorum! İyi de serbest çalışmak için hangi mesleği seçmeli? En çok revaçta olan meslek hangisi ki?! Beni en çok motive eden iş hangisi peki? İçimden hangi meslekleri icra etmek geliyor ki? Dahası, en iyi bildiğim ve ya benim yeteneklerim neler ki? İki koca marifetim var benim!, birisi farklı diller öğrenme kabiliyeti, ikincisi ise ben zaten hobi olarak, kendimi bildim bileli hep kişisel davranışlarla ve insan psikolojisini araştırmakla uğraştım. Peki bunlardan hangisi daha ağır basıyor?”
Cevap 2008 de ortalara döküldü sevgili okuyucum! Psikolojiyi okuyup onu mesleğim haline getirerek, hemencecik kendi şirketimi kurmak. 2009 da psikoloji eğitimime başladığımdan epey sonra fark ettim ki, psikolojinin bir sürü dalları da beni fena cezbediyor. Uzun ve istikrarlı bir çalışma sonucunda, 2015 de ofisimi açarak, psikolojik danışmanlığıma kavuşmuş oldum.
Elbette halen de psikolojik eğitimim danışmanlığım yanı sıra devam etmekte, çünkü ruh alanı tamamen uçsuz bucaksız bir alanmış güzel kardeşim.
Şu an biliyorum ki artık, benim misyonum ruh alanını, en son bilime ve detayına kadar inceleyerek içselleştirerek, toplumların şu anki yaşayış ve kültür/töre kılıfına – yani, insan ruhuna aykırı olan çevresel davranışlara karşı – bayrak açmakmış: En bariz bir örnek vereceğim burada kendi hayatımdan: Doğrular adı altında ruhuma gerçekten sayısızca zedeler veren bir anneyi, ve bunları ona kısmen söyleyince de beni – deli! yerine koyan bir ebeveyni terk etmek zorunda kaldım ben. Ve ne kadar acıdır ki benim için, o ‘anne’ beni habire davranışlarıyla, beden diliyle, saldırgan tavrıyla ve de dev öfkesiyle 40 yılı geçkindir sürekli kendi ruh çıkarlarının doğrultusunda yönlendirerek susturmaya çalışmıştı. Fakat İlahi adaletin planı tamamen farklıydı, dolayısıyla şu an bu yazıları yazmamı nasip etti. Evren hiçbir şeyi asla unutmaz!: İnsanlara güzellik hediye edersek güzellik biçeriz, çirkinlik hediye edersek de çirkinlik biçeriz, bu bir doğa kanunudur!
Hayat zıtlıkların birbirlerini tamamlayıcı olması üzerine kurulmuş olduğundan dolayı da, o ailenin bana yaşatmış olduğu herşey beni psikolojiyi okumaya sevk etti, yani asıl hayat gerçeğini arayıp bulmaya teşvik etti. Teşekkürler ediyorum sana hayat, bana yanlışı doğrudan ayırt edebilme dev ruh özelliğini hediye ettiğin için. Bugün artık çok iyi biliyorum, misyon ve söz sahibi olmanın önemini ve ehemmiyetini.
Hayat misyonumu tanımlamak istiyorum ben! başvurusu
Bu bir aradır…
Hayat sevinci nedir?

Sevgili okuyucum, hayat sevinci sana göre nasıl bir şey? Onu nasıl tanımlarsın? Ben yaşam sevincini keşfedeli yaklaşık iki yıl ancak olmuştur. Ne zaman ki sayısızca depresyonlar geçirmiş olduğumu fark edince, onun yapısını da kontrolüm altına almayı öğrenince, beraberinde de hayat sevinci geldi. Depresyon meğersem kaliteli yaşantıyı müthiş etkiliyormuş.
Uzun araştırmalarım sonucu, şu kanıya vardım, biz Türk milleti gülmekten çok ağlamaya daha da meyilliz. Öyle ya, kaç millette ağıt kültürü var ki?! Herşey de ölçünün önemli olduğu gibi, ağlamakta da ölçüyü kaçırmamalıyız. Bana göre birçok şeylere ağlamak, eşittir durmadan üzüntü ve kederliyim. Acının hayat bulduğu yerde ise hayat sevinci eksikliği vardır. Ne güzel bir doğa harikasıdır ki, yıllarca içselleştirdiğimiz acı içersinde takılıp kalmak zorunda değiliz: Biz hayat sevincini içimizde yeniden yeşertebiliriz!
Bu kurs da hayat sevincini kişiye özel olarak ele alarak, onu enine boyuna inceleyeceğiz. İçimiz de hayat sevincini artıran ne varsa onları birbirimize öğreteceğiz sevgili misafirim.

Hayat sevinci demek,
yaratıcı güç demektir;
yaşam enerjisidir;
hayata pozitif bir bakış açısını içselleştirmiş olmak demektir;
kendine ve dolayısıyla da yaşama güvenmektir;
mutluluktur;
hayatta olduğuna sevinmektir;
yaşanmış olan acıları tatlıya çevirmektir;
zihinsel ve vücutsal kaliteli yaşamaktır;
hayatı dolu dolu yaşamaktır;
o sevinci ve huzuru başkalarına da sunarak hediye etmek demektir…
Hayat sevinci nedir? başvurusu
Bu bir aradır…
Birlik olunca biz daha da güçlüyüz!

Grup seminerlerinin pozitif gücü artık çoktan araştırılmış ve onaylanmış kıymetli kardeşim. Bir konuda ekip haline gelebildiysek eğer, bu o konudaki hemfikirliliğimizi ispatlamış oluruz. Hayatın ana temel kanunlarından birisi de, insanın, insan topluluklarında ‘insanlaşarak’ kendisini geliştirmis olmasıdır. Bana kalırsa, bir gruba herkes evvela bir farklılık getirir, ve o çeşitlilikten de başka bir olağanüstü tür doğar. Örneğin, bir ağacın önce özel bir toprağa, sonra suya, sonra da güneşe ihtiyacı var, serpilip gelişebilmesi ve daha çok meyve (ve tohum) verebilmesi için. Bunlardan birisi eksik olduğunda, olacak manzarayı sen düşün.
Bunun önemine gelince, örneğin psikolojiye göre, biz çocuklarımızın sağlıklı eğitimi hakkında konuşarak ya da anlatarak, onlara nasihatler vererek neredeyse hiç yol alamayız. Bizler duruşumuzla ve sağlıklı tavrımızla çocuklarımızın pırıl pırıl ahlak sahibi ve duyarlı olabilmelerini sağlayabiliriz. Nitekim toplumları da sonuçta yetiştiren bizleriz, dilersek onları aydın, barışçıl ve sağlıklı yetiştiririz, dilersek de bilgi eksikliğimiz yüzünden sağlıksız ve ortalıkları yakıp yıkan kişi olarak yetiştiririz.

Bunun önemine gelince, örneğin psikolojiye göre, biz çocuklarımızın sağlıklı eğitimi hakkında konuşarak ya da anlatarak, onlara nasihatler vererek neredeyse hiç yol alamayız. Bizler duruşumuzla ve sağlıklı tavrımızla çocuklarımızın pırıl pırıl ahlak sahibi ve duyarlı olabilmelerini sağlayabiliriz. Nitekim toplumları da sonuçta yetiştiren bizleriz, dilersek onları aydın, barışçıl ve sağlıklı yetiştiririz, dilersek de bilgi eksikliğimiz yüzünden sağlıksız ve ortalıkları yakıp yıkan kişi olarak yetiştiririz.

Geldiğimiz toplumdan öğrenmiş olduklarımızın aksine biz, psikolojinin ışığında ruhumuza asıl iyi gelen ahlakları, güzellikleri ve sağlıklı davranışları öğreneceğiz: Adalet, vicdan, sevgi, erdem, huzur, bilim ve barışsal olguları soruşturarak onları tanıyarak, hayatımıza geçireceğiz
Birlik olunca biz daha da güçlüyüz! sempozyum başvurusu
Aklına takılan herhangi bir soruya seans eşliğinde cevap bulmamızı ister misin?: Tıkla lütfen: İletişim

Sevgili Tanrı misafiri, kişisel gelişmeyi göze alabilmek demek, toplumun şimdiye dek ki zincirler haline getirmiş olduğu insanoğlunun ruhuna aykırı olan davranış kalıplarını sorgulayıp, onları kırarak, yerine insan ruhunu besleyen davranışları içselleştirmek ve de topluma yaymak demektir. Ya bu sorumluluğu üzerime alma cesaretini gösterir barışa ve huzura erişirim, ya da – susarak, kulaklarımı tıkayarak, gözlerimi kapatarak – savaşların devamına alkışlar tutarım: Karar benim…Karar senin…
23.03.2017 ve 10.2021