Ortalığı kasıp kavuran kıskançlığın toplumda normal sayılması

Bu bir aradır…

Tüm dünyayı asıl tetikleyen ve yöneten rekabet denen illettir, kıskançlığın ateşini de fitilleyen odur. Kıskançlık bir bozgunculuk olduğundan dolayı da aynı zamanda bir fitne mekanizmasıdır.

Bu bir aradır…

Bu bir aradır…

Yıllar evvel şaşırıp kalmıştım, yaşadığım ve girip çıktığım toplumlarda kıskançlık hislerinin negatif ve yıkıcı bir duygu olarak algılanılmayışını ve dolasıyla tamamen normal olarak hayat bulmuş olmasına.

Elbette artık çok aşıkar ki, ahlakdışı yapının, kıskançlığı ortalara zehirli bir sarmaşık gibi toplumlara salabilmesi için, ona evvela bir ön ayak gerekliydi: Rekabet denilen, ruhu başka ruhlarla amansız bir şekilde yarıştıran bir zemin.

Karşıdakini horlayan, aşağılayan, küşümseyen kaba obur bir yapıdır kıskançlık. İnsanın kalbine şüphe tohumlarını eken, diğerinin fikirleri ve yaratılışı farklı diye onu yeren ve yerden yere çalan bir illettir kıskançlık. Esasen bana göre kıskançlık, psikopatlığın karakteristik yapısınıda içinde barındıran bir varlıktır.

Kıskançlığın en temellerinde yatan başka bir etiyolojik durum ise, yetersizliktir. Yani kişinin kendini yetersiz hissettiğinden dolayı, bu duyguyu içsel açıdan kaldıramadığından ötürü ve de gerçekleri hazım edemediğinden mütevellit bunu ”ben en üstünüm” diye içselleştirerek, bir denkleme ve telafi etme sağlamış olmasıdır. Kıskanç yapılar, kendilerinden ahlakça, vücut güzelligi gereği veya finansal açıdan biraz daha üstün biriyle karşılaştıklarında, alttan alta sinsice, o sürekli yüzleşmeye korktukları yetersizlik ve kendini aşağı hissetme duyguları kabarmaya başladığından ötürü, hemen başlarlar o varlıklı kişinin zayıf yanlarını şaka ile karışık yermeye. Dahası o kişiyi kendi seviyelerine çekmeye çaba sarf ederler, o kişinin moralini türlü türlü oyunlarla bozarak. Bunu hem uluorta hemde duygusal boyuttan yaparlar. Duygusal boyutun burada görevi, bu boyutu kullanan kişinin maskesinin, yani açığının kimseler tarafından gözle görülür hale gelmemesindendir.

Hele hele bunu biraraya toparlanmış bir toplulukta yaparlar, zira bu tavır o kişiyi toplumun gözü önünde paralar ve düşürür. Kıskanan kişi, kıskandığı kişiye bu tavrı uyguladığında, karşısındakini aşağılara çekebildiği ve toplumun gözünden düşürebildiği için de, sadistçe hislere kapılır ve kendini güçlü adleder.

Tüm bu olanlara ben artık bilinçdışı oluşuyor diyemeyeceğim, çünkü benim istatistiklerime göre, on insandan sekizi kıskançlığın tutsağı. Kıskançlık o an o kişinin bilinci dışında diye insanlar kıskançlığa devam mı etsinler?! Hatta ben bunun da ayrıca insanları oyalama mekanizması olduğu inancındayım. Herşey bilinçdışıyla alakalı demek bana göre, kişiyi sanki kusursuzmuş gibi gösterme çabasıdır. Dünyaca olan şu fikre tamamen katılıyor ve altını çiziyorum, bilinçdışının en kutsal görevi, o bilinçdışı olan mesele her ne ise, onu mutlaka bilince taşımak olmalı. Zira insanoğluna hür fikirler üretebilme, kararlar alıp verebilme özelliği ve şahsiyeti verilmiştir. O halde insan güzellikleri seçme hürriyetine sahipken, kötüleri ve ortalığı bozgunculuğa çevirme yapısına tıkanıp kalmışsa bu onun ahlaki suçudur ve de kişi bilinçdışına kendi kendisini bile isteye kilitlemiştir.

Mutlaka ama mutlaka kıskanç yapıyı deşifre etmeliyiz ve onu yaptıklarıyla tatlı bir dille yüzleştirmeliyiz. Zira hepimizin üzerine düşen bu sorumluluğu almalıyız ki, gelecek nesiller bozgunculuk ve ruh sefaleti içerisinde değil, barış ve sadakat içinde hayat bulsunlar. Bunu biz hem bize hemde dünya aleme borçluyuz. Gizli kapaklı kalan herşey devam gelişir!

İnsan denen erdem, bilinçli yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bilinç sahibi olmak demek, sürekli ve sürekli kişisel gelişmek demek. Kişisel gelişmeyen ise, sorumluluğunu tastamam taşıması gerekirken, kıskançlık gibi basit oyalamaca oyunlara kendini vererek, bilinç ve şuur sahibi olmaktan kendisini geri tutan bir yapıdır.

Bu bir aradır…

Bu bir aradır…

Kıskanç yapının altında bir temel davranış kalıbı daha yatmaktadır: hileli oyunlarıyla üzerine tüm dikkatleri toplamak. Zira kıskanan kişi ebeveynleri tarafından zamanında önemsenilmemiş, beğenilmemiş ve reddedilmiştir, dolayısıyla da bu eksikliği sürekli giderme modundadır.

Esasen tüm psikolojik sorunlar, ruhun birer yardım dileniş haykırışlarıdır. Kişi bu haykırışlara cevap vermediği takdirde, ruh bunu vücuda taşır ve artık gözle görülür hale getirir ki, çaresine bakılabile bu sorunun. Ne var ki, insanlar vücuten de hastalansalar, türlü ilaçlar alarak, davranış kalıbının derinine gitmektense, kendilerini bu şekilde oyalamayı tercih ediyorlar.

Kimi zaman bana öyle geliyor ki, sanki bazı insanların birbirlerine anlatabilecek başka konuları kalmamış gibi, birde dikkatleri üzerine çekmek için, habire ballandıra ballandıra hastalıklarını anlatıyor ve onlarla gizliden gizliye övünüyorlar gibi geliyor.

Daha sayısızca oyalanma taktikleri vardır insanoğlunun. En merak ettiğim konulardan birisi ise, ne kadar çok birşeyi bastırmaya veya onu yok etmeye (ve yok saymaya) çalışırsak çalışalım, birgün bunun gerisin geriye üzerimize hem baskın hem de çığ gibi yağacağını biliyorum. İnsanlar içlerinde olan kalıplarla yüzleşmeden neden korkarlar, tam da anlamış değilim.

Nereye kaçarsak kaçalım, eninde sonunda sorumluluğumuzu üzerimize almak bize öğretilecek, ha bu alemde ha öteki alemde. Ve tüm hastalıkların ardında sevgisizliğin, sevememenin temel ana prensip olarak yattığına inanıyorum. Oysaki sevmek çok kolay: Sevmek inanmaktır. Sevginin varlığına ve sevilmeye layık olduğuna inanan insan hem sever, hem de herkese sevgi dağıtır.

Sevgilerin sevgisi ve barışların barışı sizlerin olsun…

Uzman psikolojik danışman ve kişisel gelişimci Ayla Kurt

aaylakurt.de

04.10.2017