
Neden parasızlık çekilir?
Zamanın birinde, içselleştirmiş olduğum parasızlık anlayışımın içine kilitlenmişliğimi fark ettiğim an, bir davranış kalıbımla yüzyüze gelmiş olmamla beraber, o kadar çok şasırmıştım ki. Demek ki, birçok ahlakları ebeveynlerimizden devraldığımız gibi, bu örüntüyü de kendimize kılıf olarak devşirmişiz.
Zaten şu bir vazgeçilmez gerçek ki, zihnimiz doğa tarafından rol model algısıyla bezenmiştir. Biz görerek, veya hissederek etrafımızı kendimize örnek davranışlar olarak seçiyoruz, ta ki o yabancı örneklerin hem başkalarına ait, hemde bizi asıl bizden uzaklaştırmış olduğunu fark edene dek.
Onca dünyaca psikolojik eğitimlerimin akabinden rahatlıkla diyebilirim ki, esasen ”parasızlık çekiyorum” algısı yoğun bir ”ben her açıdan fakirim” hissidir. Yokluk, hiçlik ve yetersizlik duyguları yatıyor parasızlık algısının altında. İçselleştirmiş olduğum davranış örüntümün temelinde ”dünyada yeterince yiyecek veya yaşamımı devam ettirecek araçlar gereçler meğersem eksikmiş!” korkusu yatmaktadır. İşte bunlar varoluşsal (egzistansiyel) korkularımızdır. Bana göre bu kalıbın diğer bir adı da tamahtır.
Oysa ki, gücümüzün, kuvvetimizin, Tanrı’nın bize vermiş olduğu o mamut kaynak zenginliğin ve dahi yaratıcılığın bir farkında olabilsek var ya, varoluşsal korkularımızın bizleri asla rehin alabilme şansları olamazdı.
Nedir bu kendimize karşı olan dev bir güvensizlik sorunu arkadaşlar? Üstelik, kendine güvenen şahsiyetlere de alttan alta sinsice güdülen bu negatif insan dışı tavırlar? Demek ki biz, onca bitmez tükenmez doğa kaynaklarına – ve de aslında temelinde kendimize – güvenmeyerek var olan bir gerçeği algılamaktan bile aciziz öyle mi? Oysa ki bizler nelerin kudret sahipleri iken? Demek ki biz, bizi yeterince tanımıyoruz. Potansiyellerimizi yeterince tanımıyoruz.
Kendimin, hiç değilse bazı boyutlarımı tanımamışsam eğer, tabiki de kendimi yetersiz ve hayatını çalışarak kazanabilmeyi başaran birisi olarak görememem elzemdir, öyleyse ben kendi kendimi habire, onca potansiyellerime rağmen baltalıyorum demektir.

Dünyanın birkaç ülkesini ziyaret ettim, esefle söyleyebilirim ki, kadınlarımız hep ev kadını olmak zorunda bırakılmış olan toplumlara denk geldim. Kim demiş, bir kadının sadece mutfak ve çocukla ilgilenebildiğini, ve hangi gerekçeyle?! Az bir çoğunluk kadınların ancak Almanya da rahat rahat bir işyerinde çalışarak geçimlerini sağladıklarını gördüm, ve burada bile kadın erkek hegemonyasının gizli veya alenen olan kanunlarının kontrolü altındadır. Kendi vatanımda ise, kadınımızın bir işyerinde çalıştığının geçmişi acaba ne kadardır?
Nerede kaldı bizim o Anadolunun adını verdiğimiz o çok kıymetli pırlantalarımız kadınlarımız?! Ev hanımlığı potansiyellerinin haricinde diğer potansiyellerini günyüzüne çıkararıpta, kendi hayatlarını kendilerinin kazanmalarını sağlayan hanımlarımız?! Bundan dolayı da egzistansiyel korkularını aşmış olan hanımlarımız?
Eee tabii, bir hanım çalışırsa, varoluşsal korkulardan arınmış olur, aynı zamanda da kimselere karşı ilişki bağımlılığı içerisinde olmadığından dolayı da onu kim kontrol etmeye cesaret edebilir ki?!
Kadın veya erkek fark etmez, demek ki çocukluğumuzdan itibaren korkutulup, ürkütülerek yetiştirilmez isek, kendimize güvenimizin tohumları içimizde yeşererek, ”ben başarabilirim!” olgusunu da aynı zamanda geliştirmiş oluruz. Hayata güvenmeyi sabır içinde keşfettiğimiz an, egzistansiyel korkular denen illüzyon da tuz buz olur.
Bu bir aradır…
Çok açık ki artık, ”ben fakirim” anlayışı da – kadını veya erkeği – dev bir korku eşliğinde kontrolü altına alma mekanizmasıdır. Kendilerini başkalarına karşı yetersiz hisseden kişilerin karşısındakinin de hayatlarını frenleyerek ”sen zaten başaramazsın” diyen olgunlaşamamış yapıların temel eylemleridir bunlar. Kendilerine güvenmeyenler, hem kimselere güvenmezler, hemde başkasına da kendine güvensizliği aşılarlar, eğer biz müsade edersek.
Oysa ki şu alemde bolluk üzerine bolluk vardır, bunu hepimiz biliyoruz, öyle değil mi? Yoksa bu bir illüzyon mu?! Kendi vücutsal ve zihinsel mekanizma yapımıza bakmamız yeterlidir. Ayrıca da doğa da şöyle bir göz gezdirelim, dünya aleme bakmaya değil de görmeye çaba verelim bir zahmet. Bakımlı veya bakımsız ağaçlar da her sene yeniden açmıyorlar mı? Bıkmadan usanmadan bizlere yıllar yılı meyvelerini sunan o canım değerli ağaçlar…Karar sizlerin sevgili okuyucular…
bu bir aradır…

Uzman psikolojik danışman ve kişisel gelişimci Ayla Kurt
aaylakurt.de
23.06.2017